Sıkı takipçilerimin, özellikle de “UsengecSef” instagram hesabımın  takipçilerinin çok iyi bildiği gibi, eşimle beraber Amsterdam’a senede en az 3-4 defa, azımsanmayacak süreler için gideriz. Hatta eşim çoğu zaman “Amsterdam için bizim ikinci evimiz” der. Bunun altında yatan nedenlerin başında tabi ki hem benim, hem de eşimin en yakın arkadaşlarının Amsterdam’da yaşıyor olması gelir. Ancak Amsterdam, herkes için eğlence, serbest uyarıcı kullanımı, “Red Light District” gibi özellikleriyle bilinir olsa da, bizim için Avrupa’daki en yaşanabilir, en düzenli, birbirine en saygılı insanların olduğu, aynı zamanda da gerçekten yaşayan bir şehir olması, onu bu kadar sevme nedenimizdir aslında.

Geçen sene bu zamanlar… Amsterdam’ın kuzeyindeki otantik balıkçı kasabası Volendam’da yerel kostümlerle çektirdiğimiz hatıra fotoğrafındaki gibi, bugün size bir turistten ziyade, bir Amsterdamlı gibi bu güzel şehri anlatayım diyorum bakalım:)

Bilirsiniz, Biz Türkler için, özellikle de 7/24  hep hareketli olan İstanbullular için, Avrupa şehirlerinin çoğunda belli bir saatten sonra dükkan ve marketlerin kapanması, etrafın insan görmeyecek kadar tenhalaşması, genel olarak fazla sakin olması çok şaşırtıcı ve alışılmadıktır. Hatta hiç unutmam, yıllar önce İsviçre’nin Nyon kentinde bir akşam, saat 8 civarı, şehirde etrafta kimseyi görmeyince, orada yaşayan arkadaşımıza, “ama ne gerek vardı, bu kadar zahmete! Şehri bizim için kapatmışsın!” tadında berbat espriler yapmıştık, bu kadar tenha meydanları daha önce görmediğimizden, o esnada kendi gölgelerimizden bile ürpermiştik valla 🙂 Ancak Amsterdam da gerçekten devamlı yaşayan bir şehir olma özelliği ile bence İstanbul’a en yakın Avrupa şehirlerinden biri. Bunun yanında kanallardan oluşan o özgün yapısı, renkli evleri, her yerde karşınıza çıkan sanat galerileri ve müzeleri, eğlence yerleri ile gerçekten insanın gözüne de gönlüne de hitap ediyor.

Amsterdam’a her gidişimizde arkadaşlarımızla özlem giderebilmek adına en az bir hafta kalmamız sayesinde artık bu seyahatler bizim için turistik olma özelliğinden çok, aşina olduğumuz bir şehirde, aynen o şehirli gibi zaman geçirme süreci ve deneyimi oluyor. Bunun yanından burada yaşayan arkadaşlarımızın bizi yönlendirdiği yerel semtler, yerel mekanlar, yeni açılan trend yerler ile de güncel yaşamı bir Amsterdamlı kadar takip etmeyi başarabiliyoruz.

Hatta arkadaşlarımız hafta içi işlerine devam ederken bile, biz kendi başımıza, tavsiye edilen mekanları bulup, deneyimleme şansına da sahip oluyoruz. Sizinle de bu yazımda biraz bu deneyimlerimi paylaşmak istedim.

Bir kere şunu baştan söylemeliyim ki; Amsterdam gerçekten soğuk bir şehir… Kuzeyden gelen rüzgarlar ve Atlantik soğuğu da eklenince neredeyse yılın 10 ayı, her an yanınızda bir mont ya da kazak bulundurmaya, hatta özellikle de boğazınızı ve kafanızı korumaya hazırlıklı olmalısınız ve sıkı giyinmelisiniz. Dereceler 10’u gösterse bile, siz 5 derece gibi hissedebiliyorsunuz. Bulutların arasından görünen en soluk güneş ışığında bile, alışık oldukları için onlar hemen t-shirte geçiyor ama bize gelmez bu havalar, tedbirli olmakta fayda var:)

amsterdam-gezisi-centraal-train-station

Amsterdam denince akla ilk gelen şeylerden biri tabi ki “bisiklet”. Genci yaşlısı herkes bisikletinin üzerinde… Bu yüzden devamlı spor yapar halde oldukları için, hepsi de uzun boylu ve ince yapılı insanlar. Şehir düz bir zemine kurulu olduğundan ve mesafeler çok uzun olmadığından dolayı, nerdeyse her yere bisiklet ile gitmek mümkün. Bizim gibi 7 tepe üzerinde kurulmuş İstanbul’un yokuşlarına alışık birisi için, bu kadar düz bir şehir çok ilginç geliyor insana. Yürümesi de çok keyifli. Son seyahatimizde, sadece bir günde, 14 km yürüyerek Amsterdam’ın altını üstüne getirdiğimiz oldu mesela. Bu arada söylemeden geçmeyeyim, bisiklet için özel yollar var ve bu yollarda öncelik her zaman bisikletlilerde… Yani olur da karşıdan karşıya geçerken, biraz dalgın davranıp, bisiklet yoluna girer ve hızlıca çıkmazsanız, onlarca bisikletlinin yanınızdan geçerken size kendi dillerinde pek hoş olmayan şeyler söylemesini istemiyorsanız, aman diyeyim hemen oradan çıkın! :))

amsterdam-gezisi-bisiklet-kanal-turu

En güzel yanlarından biri de şehrin her yanından geçen su kanallarına rağmen çok ciddi bir toplu taşıma ağına sahip olması. Metro, otobüs ve tramvay sistemi, bir örümcek ağı gibi her yanını sarmış. Bunların hepsinde geçen toplu taşıma kartı var.

Bu kartın saatlik olanını size araçların içinde de şöförler ya da bilet görevlileri tarafından satılıyor. 24-48-96 saatlik kartlar da var. Ancak kalış sürenize göre benim size tavsiyem tekrar doldurulabilir kartlardan almanız. Bakkallar dahil birçok yerden dolum yapabiliyorsunuz. Saatlik kart 2.90 € iken, aynı mesafe için tekar dolum kartlarla 1.2 €’lar harcıyorsunuz. Bu arada toplu ulaşımlarda dikkat etmeniz gereken en önemli noktalardan biri, binişte okuttuğunuz kartınızı mutlaka inişte de okutmanız. Çünkü mesafeye göre farklı tarifeler uygulanıyor.

Amsterdamlılar spor yapan insanlar demiştim ya. Zaten şehir içi noktalarına bisiklet ile giderek doğal spor yapıyor olmalarına rağmen, sabahın erken saatlerinden gecenin karanlığına kadar her an her yerde spor kıyafetleri ile koşan birileri karşınıza çıkabiliyor.

“Hollanda mutfağı nedir?” diye sorduğumuzda bunun net bir cevabı olmadığını uzun seneler evvel öğrenmiştik. Genelde et ve haşlanmış sebze ya da patates kızartması diyebiliriz. Standart bir Hollandalı güne genellikle kahve ile başlayıp 1 ya da 2 dilim ekmeğe tereyağı sürüp, üstüne de reçel ya da çikolata parçacıkları dökerek, hızlıca bir kahvaltı yapmayı tercih ediyor.

Gün içersinde kuvvetli bir öğünü genelde sadece 1 kere yapıyorlar ve ona “dinner” diyorlar o yüzden bazen öğlen yenilmiş kuvvetli öğüne de “dinner” dendiğinde şaşırmayın. 🙂 Kafelerde bulabileceğiniz en komplike kahvaltı alternatifleri ise “egg benedict” (ki zaten Hollandaise sosu ile meşhurdur) ya da ekmeğin üzerine jambon, ham ile yumurta. Bizim de hastası olduğumuz o dünyaca meşhur peynirler kahvaltıda pek rağbet görmüyor. Eğer evde kahvaltı yapacak iseniz bizim favorimiz birazdan bahsedeceğim market zinciri Albert Heijn’de (Kısaca AH) bile rahatça bulabildiğiniz Old Amsterdam peynirleri ve yine AH’lerde sıcak sıcak fırından çıkmış ekmek ya da croissant çeşitlerinden tercih etmeniz. Ancak ille de dışarda kahvaltı ediyim derseniz 2 tane mekan önerimiz olabilir. Bir tanesi ünlü 9straats bölgesindeki daha cozy ve salaş ama hafta içi sakin ve huzurlu mekan olan Singel404. Diğeri ise 3 katlı ve çok popüler mekanlardan biri olan Coffees&Coconut. İkisi arasında hangisi derseniz bence Singel404’ü tercih edin. Bu arada, Pancake’i berbat olsa da, Coffees&Coconut’ın da özellikle Pumpkin Soup (tatlı kabak çorbası) şahaneydi. Hele iç tasarımı, özellikle üst katında çok keyifli bilesiniz. 🙂

amsterdam-gezisi-singel404-kahvalti-mekani
Singel404 Amsterdam 9straatjes
amsterdam-gezisi-coffees-coconut-kahvalti
Coffees&Coconut

Yaygın market zinciri Albert Hein’dan bahsediyordum değil mi? Artık ürün çeşitlerinden mi, yoksa Türkiye’de hiç olmayan markalardan mı, sunum şeklinden mi, bazılarının içinde taze taze yapılan sushilerinden mi, içindeki fırından taze taze çıkan mis kokulu ekmeklerinden mi bilemiyorum ama ben bu dükkanlara bayılıyorum. 🙂 Her girdiğimde de bir o yana bir bu yana, nereye bakacağımı şaşırıyorum. Özellikle Kinoa seviyorsanız, aklınızda bulunsun, ülkemize göre çok daha uygun fiyatta. Dolayısıyla gittiğimde 2-3 paket alırım illa ki.

amsterdam-gezisi-albert-heijn-market
Albert Heijn Amsterdam

Bu tarz marketlerde sizi en çok hayal kırıklığına uğratacak olan şeyler genelde sebze ve meyvalar. Koca koca salatalık, kabak ve patlıcanlar, tatsız meyvalar. Neredeyse bir kg kıyma ile anca dolacak kadar büyük bir biber hayal edin, gel de dolmasını yap:) Bence  o yüzden en iyisi bunlardan biraz uzak durmak… Ancak çikolata, peynir çeşitleri, hazır yemek ve salataları cidden çok çok başarılı. Fiyatlar da bizdekilere oranla gerçekten makul. Her semtte ve her yerde de çeşitli büyüklükte bulabiliyorsunuz bu market zincirini. Bunun haricinde, peynir alışverişi için özel peynir dükkanlarından tadım yaparak da, en favori peynirlerinizi tek tek belirleyip satın alabilirsiniz tabi.

Kendimizi artık turist olarak hissetmediğimiz için, Red Light District veya Dam meydanı gibi yerlerden ziyade daha farklı semtlerde gezip, daha lokal mekanları ziyaret etmeyi daha çok tercih ediyoruz. Mesela Hoofstraat ya da az evvel Singel404’den bahsettiğim 9straatjes, alışveriş için de, dolaşmak için de en sevdiğim sokaklar…

amsterdam-gezisi-9straatjes-alisveris
Amsterdam 9straatjes

Akşamları, özellikle de kışın, hava bize göre çok erken karardığı için insanın içini, elinde olmadan bir hüzün kaplıyor. Ama şehir yaşayan bir şehir olduğu için insanları her saat bir yerlerde görebiliyorsunuz. Hatta Amsterdam’da şöyle bir şey dikkatimi çekti. Diyelim ki bir semte geliyorsunuz, sessiz sakin görünüyor, ama küçük bir kapıdan ya da dükkandan içeri bir giriyorsunuz ki, inanılmaz kalabalık ve popüler bir mekan çıkıyor karşınıza. “Yahu bu mekan nasıl böyle bir semtte?” diye şaşırıyorsunuz. Sürprizlerle dolu 🙂

Son dönemde Amsterdam ve civarında popüler olan yeni açılmış mekanlar ve ziyaret ettiğim diğer yerlerden kısaca izlenimlerim ise şöyle:

Houxton Hotel ve Brasserie: Son dönemin en popüler mekanlarından olan Houxton, rahat ve cozy ambiyansıyla, brasserie ve cafe olarak tatlı bir mekan.

amsterdam-gezisi-hoxton-hotel-usengec-sef
The Hoxton Amsterdam

Bluespoon Restaurant & Bar(Andaz Hotel): Hollandalı ünlü İç Mimar Marcel Wanders’ın ödüllü tasarımı Andaz Hotel’in içinde yer alan ve Dutch mutfağının en şık örneklerinden birini sunan fine-dining restaurant Blue Spoon’u eğer yolunuz Amsterdam’a düşerse, bence kesinlikle tatil programınıza almalısınız 🙂

amsterdam-gezisi-bluespoon-restaurant-andaz-hotel
Bluespoon Restaurant

Özellikle bu hayatımda ilk kez denediğim mini tatlı kabaklı risottoya tek kelimeyle bayıldım diyebilirim. Çünkü tadı hala damağımda:)

amsterdam-gezisi-bluespoon-restaurant-andaz-hotel
Bluespoon Restaurant- Pumpkin Risotto

“Loetje” aan de Amstel: Burası da araba ile Amsterdam’dan yarım saat mesafede gidilen, nezih bir semtte, kaliteli bir et restoranı. Bana tadı biraz fazla tuzlu gelse de özellikle baharatlı tereyağında pişmişi Bali soslı süt danasından yapılan bonfileleri çok seviliyor.

amsterdam-gezisi-loetje-somon
Loetje aan de Amstel
amsterdam-gezisi-loetje-amstel-et-yemegi
Loetje aan de Amstel

Kızarmış Patates Dükkanları: Amsterdam deyince eşim için olmazsa olmaz şey kızarmış patatesleri. Evet belki size fazla turistik bir aktivite gibi gelebilir ama o soğukta o koca kese kağıtlarında onlarca sos alternatifi ile patates yemeye doymuyor kendisi 🙂 Her çeşit patatese bayılmama rağmen, kızartılınca içi çok uzun süre, çok sıcak kaldığı için böyle kalın kesilmiş patatesleri çok tercih etmiyorum ben, onunkinden bir tanecik almam, ağzımın yanmasına ve “iyi ki almamışım” dememe yetiyor:)

amsterdam-gezisi-usengec-sef-patates

Cafe de Klos: Eğer ete doymak istiyorsanız ama minimum 45 dakika sıra beklemeyi de kabul ediyorum diyorsanız mutlaka gitmeniz gereken mekanlardan bir tanesi. İnanılmaz lezzetli baharatlı etleri ve biraları, samimi ortamı ile özellikle bar kısmında yer bulabilirseniz tadından yenmez bir mekan 🙂

Choco Chocolate Company: Adı üstünde çikolatalarıyla meşhur, şirin mi şirin bir dükkan. Onlarca farklı çeşitte sıcak çikolata alternatifi var ki hangisini seçeceğinizi bilemiyorsunuz. Küp şeklinde çikolatayı bir çubukla sunuyorlar ve kendiniz bardağa daldırarak, erimesini bekliyorsunuz. Baktığınızda çok heyecanlı ama o sıcak çikolatanın hevesle beklediğiniz yoğun lezzeti için pek umutlanmayın bence 🙂

amsterdam-gezisi-choco-chocolate-company
Choco Chocolate Company

Lobster & Burger: Tercihinize göre yarım istakoz ve yanında burger deneyimi yapabileceğiniz bir mekan. İstakoz yemesi zor ve meşakkatli olsa da denemek isteyebilirsiniz belki.

W Amsterdam Hotel Penthouse: W otel zincirinin son üyesi bu sene Amsterdam’da da açıldı. Özellikler gençler ve orta yaşlıların popüler gece mekanlarından bir tanesi haline gelen penthouse kısmını gece dışarı çıkmak istediğinizde değerlendirebilirsiniz. Çünkü yeri Dam Square’e oldukça yakın.

amsterdam-gezisi-w-amsterdam
W Amsterdam ve Kanal Turu

Dam Square demişken, aklıma geldi. Oraya 5 dakika mesafedeki, Amsterdam Centraal İstasyonu’nun hemen yakınında yer alan iskeleden kalkan ve bizim yıllar önce bir kereliğine katıldığımız kanal turunu, siz de arzu ederseniz programınıza alabilirsiniz. Bu arada, bu kanalları doğal sanıyorsanız, şimdi söylediklerime şaşıracaksınız. Aslında su seviyesinin altında bulunan bu ilginç şehirdeki bataklıkların kurutulması, sellerin önlenmesi için su bentlerinin inşa edilmesi, kanalların yapılması ve aralarının doldurulması ile yüzyıllar içinde oluşan bu yapı beğenildikçe, yeni yeni kanallar inşa edilerek, yeni yerleşim yerleri ortaya çıkarılmış. Yakından görmek isterseniz katılacağınız bir kanal turu için alacağınız bilete ilaveten, belirli müzelere de giriş sağlayan kombine biletlerden tercih ederek, daha da avantajlı fiyata, üstelik müzelerin kapısında sıra bekleme sıkıntısından da kurtularak ziyaret edebilirsiniz.


Mussel&Gin: Midyeye doyacağınız bir mekan. Bir de adı üstünde yanına yakıştırdıkları Gin’leri ve kokteylleriyle meşhur. Elle yemeye hazırlıklı olun, midyenin tekini maşa gibi kullanarak, diğerinin içini onunla sıkıştırıp alarak, afiyetle lüpletiyorsunuz. Koca bir kaseyle geliyor, tadı güzel ama doyurucu mu derseniz? Valla bence pek değil, ama mekanda kolay kolay yer bulunmuyor:)

amsterdam-gezisi-lobster-and-burger
Lobster & Burger Amsterdam

Akitsu: Burası da çok lezzetli sushileri ve Japon ağırlıklı olmak üzere, Uzak Doğu yemeklerine doyacağınız, çok tercih edilen bir aile işletmesi. Hem de fiyatları oldukça makul diyebilirim.

amsterdam-gezisi-japon-restaurant-akitsu
Akitsu ve King Kumpir

King Kumpir: Benim gibi kendi damak tadımıza uygun yiyecekleri hiç bir şeye değişmeyen biri olarak Amsterdam’da canınız güzel bir kumpir çekerse, işte size tavsiye edeceğim bir Türk mekanı burası. Çok beğendim kumpirini çok! 🙂

Diamond Museum Gassan (Pırlanta Müzesi): Ünlü Hollandalı ressamların eserlerinin sergilendiği müzeleri zaten gezdiğinizi varsayarak, değişik bir öneride bulunayım size. “Gassan” isimli pırlanta markasına ait, pırlantanın üretim aşamaları hakkında bilgi alabileceğiniz ve sonrasında da farklı özelliklerdeki pırlanta çeşitlerini yakından inceleme şansı yakalayabileceğiniz bir müze burası… Önce anlatıp, sonra hemen o ziyaretinizde satın almanız için de biraz dil döküyorlar, sanki çok kolaymış gibi:) “Pırlantalar hanımların en iyi dostudur” derler ya hani? Valla bi’ ara parmağıma 50 bin Euro değerinde pırlantalar takıldı ama Allahtan böyle dolduruşlara hiç gelmem:)

amsterdam-gezisi-diamond-museum

Flying Tigers: 1 Euro, 3 Euro-5 Euro gibi uygun fiyatlarla sevimli hediyelikler alabileceğiniz renkli bir mağaza. İlla ki uğrayın derim. Kasada hep sıra var ama değer sanki:)

amsterdam-gezisi-nespresso-flying-tigers

Unutmadan, eğer siz de bizim gibi Nespresso sevenlerdenseniz, kapsülleri Türkiye’de neredeyse 2 katı kadar pahalıya satıldığı için, Bijenkorf’daki Nespresso mağazasına uğrayarak, en son çıkan limitli üretimler de dahil, en sevdiklerinizden seçerek  alabilirsiniz.

Lelystad Outlet: Peki Amsterdam yakınlarında outlet olarak neresini tavsiye edersiniz?” derseniz, benim favorim kesinlikle kuzeyinde bulunan Bataviaplein’deki Lelystad olur. Normalde alışveriş yapmayı pek sevmem ama Hollanda’ya geldiğimde azıcık alışveriş canavarına dönüşüyorum. Merkezdeki mağazalar yanında, her gittiğimde illa ki buraya da bir uğrar ve favori mağazalarımda hızlıca bir turlarım.

amsterdam usengec sef outlet
Lelystad Outlet

Özellikle numaramı rahatça bulabildiğim için ayakkabı alışverişlerimin en keyiflisini Hollanda’da yapabilmek benim için paha biçilemez bir duygu.

amsterdam-usengec-sef-41-numara-ayakkabi-alıisveris

Umarım siz de en az bizim kadar güzel zaman geçirir ve Amsterdam’da harika anılar biriktirirsiniz sevdiklerinizle:)

SİZ DE DÜŞÜNCENİZİ PAYLAŞIN

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz