21 yıldır Oscar ödül törenlerinin resmi partilerini düzenleyen, 2 Michelin yıldızlı, dünyaca ünlü şef Wolfgang Puck’la, sadece 2 günlüğüne geldiği İstanbul’da, St. Regis Hotel’in terasında bulunan, son dönemin en popüler restoranı Spago’da buluştuk. Küçükken Kardashian kardeşlere yaptığı Mickey Mouse pizzalardan, katıldığı televizyon programlarına, dünyanın en ünlülerine hazırladığı davetlerden, çocuklarına ve gelecek planlarına kadar bol kahkahalı bir röportaj geçekleştirdik.

Aylar önce kendisiyle Spago’yu daha yeni açtıklarında birbirimize söz verdiğimiz o meşhur Füme Somonlu Pizzasını beraber yapmak üzere, Wolfgang Puck’la beraber mutfağa girdik ve birlikte kendi elcağızımızla harika pizzalar hazırlayıp, taş fırının başında pişirdik. Hatta pizzamı öyle beğendi ki, Michelin yıldızlarından birini benimle paylaşmayı, prensipte kabul etti, sağ olsun. Ben de ülkemi temsilen, tüm maharetlerimi sergiledim laf aramızda:)

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

Pizzalarımızı afiyetle yediğimiz bu aşamaya gelişimize kadar mutfakta geçirdiğimiz dakikalardan eğlenceli fotoğrafları, röportajın arasına serpiştirdim:) Haydi o zaman başlıyorum!

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

O akşam Spago’da masaları gezip, müşterilerini tek tek selamlayan, böylesine cana yakın bir “celebrity şef”le tanışma fırsatı yakalayan herkes, nefes kesici bir Boğaz ve yemyeşil bir Maçka Parkı manzarasına karşı, dj perfomansının ve Wolfgang’ın harika yemeklerinin keyfini çıkarırken, hallerinden pek memnundu. Geceye özel, Şef’in burada olması şerefine hazırlanan ve mevsim ürünlerinin modern bir konseptle yorumlandığı “An Evening with Wolfgang Puck” isimli mönü, lezzet düşkünlerinden büyük ilgi görürken, benim Wolfgang Puck’la yaptığım ingilizce röportajın videosunu şuradan izleyebilirsiniz.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Taa 1988’deki “Die Hard” Filminde “Şef Wolfgang Puck”la ilgili bir replik varmış, aradım buldum! 🙂

Hakkınızda pek çok yazı okudum, film ve röportaj izledim, bugünkü dersime çok çalıştım anlayacağınız…

Gerçekten mi? Kitap yazmaya karar verdiğim zaman, seni aramalıyım ve destek almalıyım o zaman. Çünkü ben kendimi hiç izleyemiyorum. Food Network için yüzlerce TV showuna katıldım ama, bir tanesine bile açıp bakmamışımdır. 1980’li yıllarda ABC için çektiğimiz ilk programda, yönetmen bana çekimi izletip, “bak nerelerde hata yapmışsın sana göstereyim” dedi ve “burada hep yemeğe bakmışsın, şurada hiç kameraya bakmamışsın, burada sunucuyla hiç ilgilenmemişsin” filan diye o kadar çok şeyden şikayet etti ki, bir dahaki sefer, iyice ne yapacağımı şaşırmış haldeydim. Acaba kameraya mı baksam, yemek mi pişirsem diye o kadar gerildim ki, her şey daha da sarpasardı. O yüzden hiç izlemem daha iyi! 🙂

Evet ama aktörlük de yapmışsınız zaman zaman… Bakar mısınız bizim Şef Wolfgang Puck’a! Amerikan komedi dizisi Fraiser’de konuk oyuncu olmuşsunuz. Bunun haricinde sinema filmlerinden The Weather Man, Las Vegas… Televizyon reklamları… Hell’s Kitchen, American Idol, Iron Chef America gibi programlar… Jay Leno, The Ellen gibi talkshow programları…

Hatta çok ilginç bir şey öğrendim. 1988’de çekilen ilk “Die Hard” filminde sizden bahsedilen bir replik varmış. Karakterlerden biri yemeğe çıkarmak istediği kişiye ” Restoranda tabi ki yer bulabiliriz, hiç merak etme! Wolfgang’ı şahsen tanırım” diyormuş. Hem de bundan taa 27 sene önce!

Wow! Cidden harikasın! Onu bile mi duydun? Bunu çoğu kişi bilmez, hatta ben bile neredeyse unutmuştum. 🙂

Bir keresinde de “The Smurfs” (Şirinler) filmindeki “şirin şef” karakterine seslendirme yaptım ama aileme bahsetmeyi atlamışım. Bir gün stüdyoya girip, kendi bölümümü okumuş çıkmıştım oysa. Çocuklar sinemada izlerken, “Anne! Bu babamın sesi!” demişler, anneleri de “yok canım ne alaka, benzetiyorsunuz” demiş. Filmin sonunda Şirin Şefi seslendirenin Wolfgang Puck olduğunu görünce çok şaşırmışlar tabi.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis
(Not:Burada mutfak önlüğü bekliyorum, mutfak ortamını, tam anlamıyla yansıtsın diye “unlu-munlu” bir önlük geliyor, yoksa ben çok temiz çalışırım, onu belirteyim de…:)

“Şef Wolfgang Puck” olma maceranız nasıl başladı peki?

Hepsi Avusturya’da daha henüz çocukken başladı. Annem şef olarak bir otelde çalışıyordu. Yaz tatillerimde oraya giderek, mutfağa yardımcı oluyordum. 14 yaşına geldiğimde ben de bir otelde stajyer olarak yemek pişirmeye başlamıştım. 17 yaşına kadar çalıştıktan sonra, kendimi daha da geliştirmek istedim ve Fransa’ya gittim. İyi ki de gitmişim çünkü, Fransa’dayken 1, 2 hatta 3 Michelin yıldızlı restoranlar olduğunu keşfedecektim. Dijon için herkes burasının Fransa’nın “Gastronomi Başkenti” olduğunu ve en iyi restorantların burada bulunduğunu söylüyordu. Bir yıldızlı bir otelde verilen bir parti esnasında 2 hatta 3 yıldızlı otellerin olduğu bir liste görünce, gözlerime inanamadım ve “ben de bu 3 yıldızlı restoranlardan birinde çalışmalıyım” diyerek, güney Fransa’daki Les Baux-de-Provence’de yer alan “L’oustau de Baumanière”de 19 yaşında çalışmaya başladıktan sonra, “evet, ben bir şef olmak istiyorum” kararını işte tam da orada verdim. Daha öncesinde aşçılık mı yoksa başka bir şey mi yaparım, bundan emin bile değildim.

Aynı zamanda restoranın sahibi de olan Şef Raymond Thuilier’nin, ne kadar yaratıcı birisi olduğunu gördüm. Herşeyi kendi stilinde yapıyordu. Sadece mutfakta durmayıp, restoranın salon bölümüne de çıkıyor ve müşterilerle sohbet ediyordu. Hatta hiç unutmam, bir keresinde Picasso’yu yanında mutfağa getirmişti. Bütün meşhur sinema yıldızları restorana geliyordu. Onu kendime mentor seçerek, bir gün ben de onun gibi, kendi restoranıma sahip olmayı kafama koydum. Şef Thuilier’nin L’Oustau de Baumanière haricinde, bundan daha küçük bir restoranı daha vardı. 20 yaşına geldiğimde ben de o restoranın şefi oldum. Sonra kısa bir süreliğine Monaco’da “Hotel de Paris”de ve ardından 24 yaşına kadar Paris’deki “Maxim’s”de çalıştım.

Ardından Amerika’ya giderek, 2 sene Indianapolis’deki “La Tour”da çalıştım ve oradan da Los Angeles’a geçtim ve “Ma Maison”da çalışmaya başladım. Orada çok fazla ünlü müşterimiz oluyordu. Öyle ki, Orson Welles’le, Jack Lemmon’la arkadaş oldum, Jean Kelly ile orada tanıştım, hatta öğle yemeği yeyip, tenis oynamaya gidiyorduk beraber. Mekan devamlı bunun gibi meşhur isimlerle dolup taşıyordu.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

“İyi yemek, iyi malzemeyle hazırlanır”

Siz ne zaman bu kadar ünlü olmaya başladınız?

Zamanlama konusu önemli… Tanrı bir şeylerin olmasını isteyince, oluyor sanırım. Amerika’da kendime İtalyan gibi ya da Fransız gibi Continental restoranları bulunan ama hiç biri de o kadar iyi olmayan Los Angeles’ı seçtim. Yemeğin içinde ne olduğuyla o dönem kimse pek ilgilenmiyordu nedense. Kendi kendime “Burası California… O zaman aynı güney Fransa’daki gibi burada da çiftlikler ve yerel sebze-meyve üreticileri olmalı” dedim. Araştırmalarım sonucunda 2 saatlik araba yolculuğundan sonra San Diego’ya vardığımda, harika sebze ve meyveler yetiştiren bir çiftlik buldum. Belki 10 farklı çeşit çilek, 20 farklı domates türü vardı. Gün aşırı devamlı gelip, tek tek sebze ve meyveleri buradan kendim almaya karar verdim. Çünkü her zaman şuna inanmışımdır ki, iyi yemek, iyi malzemeyle hazırlanır. Hazırladığım yemeklerin karmaşık değil, basit olmasına özen gösterdim ve insanlar çok sevdi. Çünkü o dönem etrafta, o sıcak iklimde insanlara ağır gelecek soslu ve kremalı yemekler yaygındı. Bu yüzden Spago’yu açtığımda taze ve kaliteli malzemelerle hazırladığım daha “temiz” yemekler çok beğenilince, herkes restorana akın eder hale geldi.

“Kardashian kardeşlere küçükken “Mickey Mouse” Pizza yapardım.”

“Keeping up with the Kardashian”da Kim Kardashian ve Kris Humphries’in düğününde de Şef sizdiniz.

Tüm aileyi, Kardashianlar’ın çocukluğundan beri tanırım. Anne ve babasıyla Sunset Bulvarı’ndaki Spago’ya gelirlerdi. Kardashian kardeşler, minicik halleriyle yanıma gelip, parmak uçlarından tezgaha bakıp “Merhaba Wolfgang!” derlerdi. Ben de onlara Mickey Mouse pizza yapardım ve masaya koşup çok sevinirlerdi. 5 sene önce iyice meşhur olmuşken restoranıma yine geldi ama bu sefer kocaman bir Bentley ile… ” Mickey Mouse pizzadan sonra çok yol katetmişsin” dedim. Güldük bol bol 🙂

“Yemek Eleştirmeni “Kibirli” Olduğumu Yazdı”

Peki ya “2 Michelin Yıldızlı” bir Şef olmak nasıl bir duygu?

10 sene kadar önce Michelin için değerlendirmek üzere restorana geldiler. Ama her zaman söylerim; “Benim için önemli olan, hiç Michelin yıldızım olmasa da, devamlı gelen müşterilerimin bulunmasıdır. İşte bence esas yıldız bunlardır ve gerçek önem verdiğim şey de budur.

Bir kere New York Times gazetesinden bir yemek eleştirmenine “Yemek eleştirmenleri iyidir hoştur da, onlar restorana bir kere gelir, izlenimlerini iyi veya kötü diye yazar, bir daha da gelmez. O yüzden benim için bir Billy Wilder’ın, bir Sidney Potier’nin gelmesi çok daha önemli” dedim. O da bana kızdı ve eleştiri yazısında benim “çok kibirli” birisi olduğumu yazdı.

Hem de sizin gibi alçakgönüllü ve sıcak birisine mi “kibirli” dedi?

Sanırım gençken aslında biraz kibirli olduğum söylenebilir ama yine de ben kendini beğenmişlik olsun diye öyle demek istememiştim aslında… Benim için en önemlisi, insanların restoranımdan çıkıp, evlerine dönerken, “buraya tekrar gitmek için sabırsızlanıyorum” diye hissetmeleri ve hatta, henüz eve bile varmadan, bir sonraki hafta yine gelmek için rezervasyon yaptırmak üzere restoranı aramalarıdır.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

“Sosyal Medya büyük anfili bir Pink Floyd konseri gibi”

İşte bu dediğiniz, bize aynen oldu. Biz Spago’ya gelip, o meşhur Somonlu Pizzanızın tadına bi’ baktık ve sonrasında “o kadar harikaydı ki, en kısa zamanda tekrar gelmeliyiz” diye devamlı pizzanın lezzetinden bahsedip durduk. Sonra bunu çevremizdekilere anlatmaya başladık. Tavsiyemiz üzerine her kim gelip, denediyse, onlar da çok beğendiler.

Bence en iyi tanıtım, kulaktan kulağa yayılandır. Eskiden sadece arkadaşlar arasında yayılırdı. Şimdi, sosyal medya sayesinde, fikrinizi yazdığınız an, binlerce kişiye ulaşabiliyorsunuz.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Artık herkes bir bakıma, eleştirmen oldu bu sayede diyebiliriz, değil mi?

Evet bu aynı, anfisiz müzik yapmak gibi… Önceden sadece en yakınındaki bir kaç kişi, yaptığın müziği anca duyarken, aynı büyük anfilerle yapılan bir Pink Floyd konseri gibi, şimdi sesinizi yüz binlerce kişi rahatça duyabiliyor.

Eleştirmenler dün olduğu gibi bugün de çok önemli, ama aslına bakarsanız o eskiden oldukları kadar değil. Çünkü şimdi birisi sana beğendiği bir yemeğin fotoğrafını gönderip, “Bu harika!” dediği an, eğer bu sözüne, zevkine güvendiğin bir arkadaşınsa, dergide, gazetede çıkmasını beklemeden veya önemsemeden, “o zaman hemen ben de denemeliyim” diyebiliyorsun. Bu sebeple de benim en önem verdiğim şey, restorana gelen kişilerin mutlu ayrılması… Bana yapılan en güzel iltifat da, müşterilerin “tekrar gelmek için sabırsızlanıyorum” demeleri ve çıkarken bir sonraki sefer için rezervasyon yaptırmaları…

Ben şimdi gençlere “50 yıldır yemek pişiriyorum” dediğimde, bana şaşkınlıkla bakıyorlar ama işin güzel yanı, ben hala işimden çok fazla keyif alıyorum. Evde ailemle yemek pişirmeyi de çok severim.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Evdeki o harika mutfağınızı gördüm. Eşiniz ve ufak çocuklarınızla,keyifle yemek yapıyordunuz. Birlikte çok tatlıydınız. Küçük çocuklarınız kaç yaşında?

8 ve 10 yaşındalar. Bir de, daha önceki evliliğimden 20 yaşında bir oğlum var ve Cornell isimli meşhur bir otelcilik okulunda Otel Yöneticiliği okuyor. Bu Yaz onu İspanya’ya, Girona’daki “El Celler de Can Roca”ya gönderdim. Burası San Pellegrino’nun “The world’s 50 best restaurants” yarışmasında 1 numara seçilmiş bir mekan. Oğlum bu Yaz orada yemekler pişirdi ve eve döndüğünde bizim için kusursuz yemekler yaptı.

Harika! O da babasının yolundan gidiyor desenize…

Evet sadece farklı bir stille diyebiliriz. Gençler işin daha çok teknolojik kısmında, ben daha çok malzemelerle ilgiliyim. Benim aşçılığım özellikle yemeğin içinde kullanılan malzemeleri baz alırken, gençler, işin kimyasıyla ilgileniyor. Günün sonunda nasıl yaptığından ziyade, lezzetinin yerinde olması önemli tabi.

“Füme Somonlu Pizzamı Başka Bir Restoranın Mönüsünde İlk Gördüğümde Çok Şaşırdım”

Yemek pişirme stilinizi nasıl tanımlarsınız?

Benim için çok kişisel bir şeydir bu. Aynı resim yapmak ya da bir şarkı sözü yazmak gibi… Etrafta o kadar çok aşk şarkısı var ki, ama, birileri hala yenilerini yazmaya devam ediyor. Resim de aynı şekilde… Herkesin kendi stili var. Ben de bunun gibi, kendi stilimi bulmaya çalışıyorum. İtalyan değil, İngiliz değil, Fransız değil…

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Sizinle özdeşleşen Füme Somonlu Pizzanızdan. Lyon’daki Paul Bocuse restoranda görmüşsünüz.

Evet Lyon’da Paul Bocuse Restaurant’a gittik, Şef’le tanışmam için mutfağa davet edildiğimde tezgahta Füme Somonlu bir pizza gördüm. “Bu nedir?” dedim. Mönüyü gösterip “Spago Pizza” dedi. 🙂

Başka bir sefer, bu tarz bir şey oğullarımlayken başımıza gelmişti. 10 yaşındaki oğlum tam bir futbol düşkünüdür. Manchester United’ı ve Van Persie’yi de çok sever. Hatta Van Persie’nin İstanbul’a geldiğine bayağı üzüldü. Bundan iki yıl kadar önce, Manchester’a gittiğimizde, bir restorana girdik ve mönüye bir baktık ki “Spago Pizza” yazıyor. Garson benim kim olduğumu bilmiyordu tabi. Onu çağırıp, “Spago Pizza nedir?” diye sorduk ve o da “Oh! Bütün pizzalarımız İtalyan stilidir!” deyip, füme somonla yapıldığını, ne kadar lezzetli bir şey olduğunu uzun uzun anlattı. 🙂

“Gittiğim bazı restoranlarda “Hesabın yarısını ödeseydim, belki karşılığını almış olurdum” dediğim abartılı fiyatlar oluyor.”

Spago Restaurant’ı ve ekibinizi nasıl tanımlarsınız?

Dünyanın her tarafından yeni Spago’lar açmamız için çok fazla teklifler alıyoruz. İsteseydik bugün Bombay’da da, Delhi’de, Paris’te de, Madrid’de de veya Güney Amerika’da da olabilirdik. Ama eğer şefleri ve yöneticileri tanımıyorsam bunu yapamam. Çünkü onlar beni, stilimizi, kültürümüzü, insanlara nasıl hizmet ettiğimizi bilemedikleri için, bu çok zor olurdu. Bu yüzden çok az restoran açtık. İnsanlar çok sanıyor ama aslında uzun zamandır bu sektörde olduğumu düşününce, aslında hiç de değil.

Spago İstanbul’daki ekibime gelince, buradaki Executive Chef’iyle 7-8 yıldır beraberdim. Sous Chef ve Pasta Şefi de aynı şekilde benimle uzun yıllar çalıştı. Dolayısıyla benim ne istediğimi, mutfaktaki prensiplerimi bilirler ve onlar da bu kültürü, nasıl yaptığımı bilerek benimle çalışır.” Biz müşterilere iyi bir hizmet vermek için buradayız. Ben değil, onlar ödüyor sizin maaşlarınızı, o yüzden insanlara iyi bir deneyim yaşatmamız gerek” derim her zaman. Öbür türlü belki hızlı ve daha çok para kazanırsın ama 2 yıla kalmadan kapanırsın.

Los Angeles’da genç şeflerin pek çok yeni restoranı açıldı ve baktığınızda en az “Spago” veya diğer restoranım “Cut” kadar pahalılar. Bazıları hem çok komforsuz hem de yemeklerinde ıstakoz gibi, trüf gibi, havyar gibi veya kobe gibi, pahalı ve özel bir malzeme bile kullanılmadan, hem yemekler, hem de hizmet en basite indirgenmiş haldeyken, servis çatalı ve bıçağında bile ucuz malzemeler tercih edilmişken, sanki lüks bir şeymiş gibi, adam başı 250 dolar hesap ödemek bana saçma geliyor. Böyle bir yerden çıkarken, diyorum ki; “yarısını ödeseydim, sorun etmezdim.”

Bon Appetit gibi dergiler Los Angeles’daki en iyi restoranları belirleyince, sevinerek gidiyorum ama bir bakıyorum ki “evet iyi, ama harika değil”. Bakarsanız gerçekten de 3 saat orada oturup, o yemeği yemek, beni heyecanlandırmaz. Oysa İspanya Gerona’daki bu sene oğlumun çalışmaya gittiğini söylediğim “El Celler de Can Roca”da 2 kişi 500 dolar hesap ödesem, sonuna kadar hak ettiklerini düşünürüm. Çünkü yemekler sadece iyi gözükmüyor, tadı da umduğumdan da fazla derecede iyi çıkıyor.

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

“Restorancılığı sadece masalara “hoş geldiniz” diyerek, güzel kızları öpüp, selamlaşmak zannedenler var”

Başarılı bir restoran için gizli bir formülünüz var mı?

Böyle gizli bir formülüm olsa, onu bir şişeye koyar ve satardım ve bu sayede çok fazla para kazanırdım herhalde. Herkes restoranlara bakıp, çok kolay olduğunu düşünüyor. Amerika’da o kadar çok örnek var ki, doktorların ve avukatların bile artık restoran işine girdiği… Akşamları beni müşterilerle sohbet ederken görüp, buna özeniyorlar ama, sabahın en erken saatlerinde malzeme tedariği için balık pazarına, sebze haline, markete giden de benim! Şefleri de, şef yardımcılarını da, pasta şeflerini de, herkesi benim yetiştirmem gerekiyor. Oysa onlar, bunların kendiliğinden oluştuğunu sanıyorlar. Sadece işin “merhaba, nasılsınız?” diye hatır sormaktan ve güzel kızları öpüp selamlaşmaktan geçtiğini zannediyorlar ama, aslında durum öyle değil. 🙂

Yemek yaparken kullandığınız favori bir malzemeniz var mı?

Aslında yok ama yemeklerimde tuzu illa ki kullanırım. Bir de hafif acılı yapmayı severim.

Ellen Show’da Ellen Degeneres’e yaptığınız “hafif acılı” gibi mi? 🙂

İzlediniz mi? 🙂 Şakalaşmayı çok severim, onu bilerek yaptım. Bazen televizyon showlarına katıldığımda onlara takılmak için bayağı acılı yapar ve “hadi tadına bakın” derim. Bir çatal aldıklarında ağızları yanar, gözleri yaşarır. Sonra da ben bir lokma alırım ve “Anlamadım ki bunun neresi acı?” derim. 🙂

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis
(Meşhur Somonlu Pizza dediğim enfes şey, yakından böyle işte…)

Biliyorum ki Oscar törenlerinde her sene en çok 2 şey merak edilir; “Acaba Oscar ödüllerini kim kazanacak ve bu akşam Wolfgang Puck bize hangi yemekleri hazırlayacak?”

Oscar şovunu hazırlayan kişilerle oturup, bazı şeyleri önceden beraber belirleriz, ama en sonunda yemekte nelerin olacağına ben karar veririm. Çünkü taze malzeme olarak, neler bulacağımız hep son dakikada belli olur ve mönü de ona göre şekillenir. Ünlülerin çoğunun en çok neyi sevdiğini iyi bilirim. Bu yüzden benim için mönü hazırlamak çok kolay bir şey.

Mayıs ayında Bell Air Hotel’de bir parti vermiş ve Barbra Streisand, Sylvester Stallone, Al Pacino gibi isimleri davet etmiştim. Barbra geldi ve “Ah! Keşke bu akşam da o Oscar törenleri için hazırladığın “Chicken Pot Pie”lardan (Tavuklu Turta) olsaydı” dedi. “Özellikle senin için onlardan da yaptım” dediğimde, favori yemeğini hatırladığıma ve yaptığıma inanamayıp, çocuklar gibi sevindi. İnsanları tanıyınca, bunu sağlamak çok kolay.

Herkes Hollywood ünlülerini mutlu etmenin çok zor olduğunu düşünür ama neyi sevdiklerini biliyorsan bu oldukça basit hale gelir. Tom Cruise restoranıma geldiğinde orta-iyi biftek tercih ettiğini ve diğer garnitürlerin ayrı ayrı minik tabaklarda sunulmasını sevdiğini bilirim mesela. Tom Cruise size geldiğinde, artık nasıl hazırlık yapacağınızı şimdi siz de biliyorsunuz. 🙂

“İstanbul’a bir de Asya restoranı açmayı düşünüyorum”

O zaman son soru olarak, kuralı bozmayalım ve haydi bir klasikle bitirelim: “İstanbul’u nasıl buldunuz?” 

Harika bir şehir. Özellikle son bir kaç yılda bütün dünya tarafından da keşfedildi. Daha önceden İstanbul, sıradan bir şehir zanneliyordu. Şimdi ise buraya gelenler, “Aman Allahım! Burası Los Angeles veya New York gibi bir metropol!” diyorlar. Arkasında inanılmaz bir tarih, harika sanat eserleri kadar, modern bir dokunuş da var. Coğrafik özellikleri bi’ harika… Muhteşem bir Boğaz ve deniz… Bence dünyadaki en güzel şehirlerden biri İstanbul… Bazen insanlar San Fransisco’nun güzelliğinden bahseder, ben de “Önce bir İstanbul’u görün o zaman” derim. Aslında buraya daha uzun süreliğine gelip, biraz keyfini çıkarmayı, gezmeyi ve daha çok tanımayı da çok istiyorum.

Aynı zamanda bir çeşit gönüllü İstanbul elçisi de olmuşsunuz bu şehri tanıyınca… Peki bu durumda, başka bir restoran daha açma planınız var mı İstanbul’da?

Aslında yarın Pera civarında bir binaya bakmaya gidiyorum. “RE Asian Cuisine” isminde bir de Asya Mutfağı restoranı açmayı planlıyorum. Çünkü siz de baharatlı yemekleri ve paylaşmalık lezzetleri seviyorsunuz. 🙂

wolfgang-puck-usengec-sef-roportaj-spago-st-regis

Önceki İçerik30 Ekim Tatil mi? 2 Kasım Tatil mi?
Sonraki İçerikEataly’de Art50 Sergisi, Jazz Kahvaltısı ve Muhteşem İtalyan Peynirleri

SİZ DE DÜŞÜNCENİZİ PAYLAŞIN

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz